Hepimizin bildiği gibi mutfak robotu pek çok kişinin eli ayağıdır. Keser, parçalar, rendeler, karıştırır vs. marifeti çoktur. Çoğu yemek tarifinin olmazsa olmazı olmuştur… “Robottan geçirdiğimiz fındıkları yumurta akıyla karıştırıyoruz…” Mutfakların başyardımcısı, zamandan tasarruf sağlayan kıymetli bir ev gerecidir.
Peki ya şarjlı el süpürgeleri…
Çocukların okula gitmesiyle hemen ortaya çıkar. Kırıntıları hüp diye içine
çeker, sonra yine yuvasına konulur ve bir sonraki emre kadar bekler. Çocuklu
ailelerin kurtarıcısı… Nerede bir döküntü varsa hemen kullanılır, pratiktir. “Büyük
süpürgeyi elime almaya üşeniyordum, şimdi daha iyi oldu şipşak…” gibi
mantıksal cümleler kurdurur.
Veya tost makinesi, ekmek
kızartma makinesi… “Lezzeti arttırmak için ekmeği ısıtmak şart!” diyenler
için tüketimin kolaylaştırılmış hali… Hafif kızarmış çıtır ekmek arasında
sucuk, kaşar… Yedikçe yiyesi gelir insanın. Pratik hazırlanan bir öğünü
karşılar.
Bunlar gibi ne çok araç–gereç
sıralayabiliriz öyle değil mi?
Her birinin hayatımıza girme
şekli ise benzerdir. Sunulan imkânlar genellikle şunlar olur; pratik,
zamandan tasarruf sağlar, hızlı, hafif, elinizin altında, kolay… Bu
tanımlamalar da tabii ki insanlar için çok caziptir. Özellikle zamanın su gibi
aktığı bir dönemde hayatının kolaylaşmasını kim istemez ki? Ekmek yapmak daha
kolay olacaksa neden o alete o para verilmesin ya da çamaşırı asacak zaman
yoksa neden kurutma makinası alınmasın? Bu ve benzeri pek çok geçerli sebep
bulabiliriz. Ancak…
Ancak tüm bu imkânların
arasındayken insanın kaçırdığı bir nokta vardır ki azıcık can sıkıcıdır.
Her verilen imkân
insandan bir marifet alır.
Her kolaylık tüketimi arttırır;
tüketim arttıkça insanın gelişimi olmaz… Hatta geriler… Bir ekmek yapma
makinesinin içindeki talimatlarla sabahları mis gibi kokularla uyanmak
başlangıçta keyiflidir. Ama insan bir süre sonra pratikte kazandığı hamur yoğurmayı
unutur. Ne kadar su ne kadar un gerektiğiyle ilgili kıvam ölçüleri kaybolmaya
başlar. Cihazın bozulmasıyla kişi bir anda kendini en başa dönmüş hissedebilir.
“Nasıl mayalıyorduk ki bu hamuru, kaç dakikada pişiyordu ki?” gibi
sorular döner zihinde. İşin ilk acemiliğindeki zorluklar yine başlar.
İnsan, imkân elde
ettikçe marifetlerini bir bir kaybeder, yeni bir marifet kazanamaz…
İşler somutta olduğu gibi soyutta
da aynı şekilde işler. Sosyal medya sayesinde binlerce takipçisi olan kişinin
iletişim marifeti aynı oranda düşer. Ne kadar sahte, o kadar az gerçek… Paylaşılan
bir gönderiye yapılan beğeniler veya olumlu yorumlar insanın kendine güvenini
artırır. Ama nerede? Sadece klavye başında… Sahtedir… Gerçek olsaydı, insan yeni
girdiği ortamda ortak konu bulmakta zorlanmaz, azıcık terslendiğinde günü
mahvolmaz, hoşlandığı kız onu reddetti diye hayal kırıklığına bu denli
uğramazdı…
Ve işler bununla da kalmaz. O
insan, gerçek bir topluluğun içine girdiğinde kendini iyi ifade edemez, karşısındaki
kişilerin de ihtiyaçlarını algılayamaz. Çünkü sosyal medya kişinin kendisine
bakmasına sebep olur, insanların neye ihtiyacı olduğuna bakamaz… “O ne
yapıyor? Neden yapıyor? Yanlışını nasıl kırıp dökmeden anlatabilirim? O yanlışı
nasıl toparlar?” diye merak etmez, diğer insanlara ilgi duymaz. Ama
başkalarının ilgisini nasıl çekebileceğine ilgi duyar. Ne acı ki hayatında sadece
kendisi vardır aslında. Evet! Sanal dünya yani sosyal medya iletişim ve ilişki
konusunda marifetlendirmiyor.
Çözüm ise zıddında gizlidir. İlişkilerde
sorun çıktığında çözebilmek kişinin iletişim ve ilişki marifetine bağlıdır. İnsan
ne kadar marifetliyse dışarıdan da o ölçüde daha az desteğe ihtiyaç duyar.
Peki, ne yapalım? Verilen tüm
imkânlara sırt mı çevirelim? Telefonlarımızı, küçük ev aletlerimizi,
arabalarımızı, evlerimizi, temizlik malzemelerimizi, kişisel bakım
ürünlerimizi… Bırakalım mı?
Tabii ki hayır. Yaşanılan dönemin
ortalamasında bir hayat sürdürmek iyidir. Zaten, kişinin bulunduğu ortama uyum
sağlaması beklenir. Ancak bu ortalamayı belirlerken daha gerçekçi bazı sorular
sorabiliriz kendimize:
Dünüme göre;
- Ø Ne kadar az imkânla iyi ilişkiler kurabilirim?
- Ø Ne kadar az imkânla bu evi temizleyebilirim?
- Ø Ne kadar az imkânla sofraya güzel yemekler çıkarabilirim?
- Ø Ne kadar az imkânla işe gidebilirim?
- Ø Ne kadar az imkânla çocuk büyütebilirim?
- Ø Ne kadar az imkânla sevdiklerimi mutlu edebilirim?
- Ø … Ve eklenebilecek bir sürü soru daha…
Meselemizin aslı;
Daha Az İmkân, Daha Çok
Marifet!
İlişkilerde, iş yaşantısında,
kişisel alanlarda nasıl daha marifetli olabileceğimize bilinç verebilmek için haydi
başlayalım, yeniden düşünelim… Belki hiç düşünmemişizdir…J
11 Yorumlar
Daha az imkanla neler neler yapılır, nasıl da keyif verir bir hatırlasak😊
YanıtlaSilSorular ne kıymetli...Emeğinize sağlık bu yazı gerçekten günümüzün ihtiyacına hitap etmiş 🌸
YanıtlaSilBiz cocukken bu kadar oyuncak yoktu. Bebeklere kiyafet dikmeyi cocukken ogrendik. Oyunlar hep uretime yonelikti. İmkansızlıklar imkan doğurma fırsatıdır aslında
YanıtlaSilÇok güzel tespitler yapılmış. Her imkan bir marifeti götürür. Şuan ki popüler kültür tam aksini pompalıyor
YanıtlaSilBelki hiç düşünmemişizdir👍🏻
YanıtlaSilMarifet kolaylığın zıddı gibi. Açlık çekmek yemeğin zorluğu yemeği kıymetlendiriyor yani. Hazır alınan mantı ile ev mantısı farkı. Hayat gerçekten çok değişik. Kıymeti emeğe veriyor gerçekten
YanıtlaSilimkân elde ettikçe marifetlerini bir bir kaybeder insan!
YanıtlaSilNe kadar az imkanla ........ başarılı olabiliri?
insan hayatını bu iki cümleye gore yeniden dizayn etmeli🤔
Geçmişe, annelerimize, ananelerimize bakıyorumda. Bu elektrikli ev aletlerinin tamamına yakını yoktu elleirnde. Ve artan zamana da ihtiyaçları yoktu. Hem onca işi yapıyor. Hemde akraba, eş, dost, komşu görüşüyorlardı. Ve bu konuda eski ilişkileri özlüyoruz. Ahhhh o eski ilişkiler …
YanıtlaSilHer verilen imkân A odaklanırken bizlerden neler götürdüğünü kaçırıyoruz
YanıtlaSilİmkanlar değil, imkansızlık bizleri geliştirir. Günümüzü özetleyen bir yazı olmuş. Kaleminize sağlık 👏🏼
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlıklık
YanıtlaSil