Ekranın mavi ışığında parmakları kayarken gözleri de
kapanıyordu. Uykuya dalabilmek için telefona ya da televizyona bakmak zorundaydı.
Yoksa saatlerce gözüne uyku girmiyordu. Zaten son zamanlarda en çok istediği
şey; sürekli yatmak, alışveriş merkezlerinde dolaşmak veya dizi izlemekti.
Paraya ihtiyacı olmasa işe bile gitmeyecekti. Tüm bu isteksizliği performansına
da yansıyordu. Son bir ayda üç kere işe geç kalmıştı. Bu durum müdürün de
dikkatini çekmeye başlamıştı. Hatta bir keresinde masasına birden çay geldi.
“Sen keyfine bak” dercesine… Müdürü akıllı kadındı, işaretini vermişti. İşsiz
kalmayı göze alamıyor ama kendisini de toparlayamıyordu bir türlü. “Ne oldu da
ipin ucunu kaçırdım ben?” diye hayıflandı. Uykuları bozulmuş, elinde para
tutamaz olmuştu.
Aslında
her şey her şeyle ne kadar da ilişkiliydi. İnsanın tüketimi arttıkça üretimi
azalıyordu. Üretimi arttıkça da tüketimi azalıyordu.
Fakat
henüz bunun bilincinde olabilecek derecede bir algıya sahip değildi Kerim.
Üstüne üstlük son zamanlarda ani öfke patlamaları yaşıyordu. Sonrasında da “Ne oldu
bana ya, niye bu kadar sinirlendim ben?” diyordu. Bir daha bu kadar
sinirlenmeyeceğim dese de ne yazık ki algısı zafiyetlerini fark edebilecek
düzeyde değildi…
Zar
zor uyandığı bir sabah yine işe gitmek için yola koyuldu. Daha iki ay önce
aldığı son model arabasına bindi, çalıştırdı kontağı. İlk işi her zamanki gibi
radyoyu açmak oldu. Radyoda “öfke” üzerine bir demeç vardı. Ateşe su olmak
lazım, hiçbir tartışma çözümle sonuçlanmaz cümlelerine yetişmişti Kerim.
Üzerine düşündü bir süre… Hiçbir
tartışma çözümle sonuçlanmaz, ne demekti? Sonra kanal değiştirdi, son ses
müziğini açtı ve yola koyuldu. Trafik vardı, Kerim ise trafikten nefret ederdi.
Herhangi bir şey için beklemek ona zul geliyordu. Zaten işe giderken söylenerek
gidiyordu bir de trafik çıktı... “Yine geç kalıp çok bilmiş Esin Hanım’ın çenesini
çekeceğim” diye düşündü. Yeşilden sarıya geçen trafik lambasını gördüğü an gazı
kökledi. Hep bu riski alırdı… Kırmızıya kalmak, bir de bu trafikte ölüm
gibiydi. “Çat!” sesiyle irkildi bir anda. Öndeki araca çarpmıştı Kerim. Burnundan
solumaya başladı, yüzü kızardı. Hemen arabadan indi ve saydırmaya başladı.
“Ehliyeti
bakkaldan mı aldın kardeşim? Niye geçmiyorsun sarı ışıkta? Sana ehliyeti verenin...”
diye öfke kusuyordu. Ön arabadaki adam da çıktı söylenmeye başladı. “Arkadan
vuran sensin kardeşim! Takip mesafeni korumak zorundasın! Ne acelen var?”
Araya
birileri girmese birbirlerini öldüreceklerdi. Çevredekiler, ikisini ayırmaya
çalışıyorlar ama çok zorlanıyorlardı. “Sakin olun kardeşim ne bu öfke!”
diyenleri bile zar zor duyuyorlardı. Polis çağıralım diyordu çevredeki
kalabalık. “Polis gelsin de kim haklıymış görelim!” diye bağırıyordu Kerim.
Polis geldi, tutanaklar tutuldu. Tabi ki Kerim haksızdı. Bunu bile bir türlü
kabul edemiyordu. Öfkesi zihnini iyice kapatmıştı.
İnsan
ne zaman haklı çıkmak isterse orada bilinci kapanmaya başlar. İsteklerinin aşırılaştığı
yerdeyse doğru karar veremez.
Bu
kadar küçük bir olay bile Kerim’in gözünü döndürmeye yetmişti. Bir insan nasıl
bu hale gelebilirdi ki? Elinden gelse adamı takip edip kavgayı devam
ettirecekti. Zihninde dur tuşuna basacak bir gücü yoktu. Olsa da basamazdı ya… İşte insan kendi isteklerinin sesini
dinlediğinde başkalarını duyamaz oluyordu. İnsan hangi kavganın sonucunda haklı
çıkmıştı ki? Bunca telaş, karmaşa, bağrışmalar… Kimi haklı çıkarmaya yeterdi
öfke? Kendi kendisini yiyen hastalıklı bir hücre gibi kemirirdi içini.
Kerim
tabi ki işe geç kalmıştı. Hem de ne gecikme… Esin Hanım’a kazayı açıklasa da
yetersiz kalmıştı. Bir tarafta kabardıkça kabaran Kerim, müdürün karşısında sus
pus kalmıştı. O gün geçmek bilmedi. Hiçbir şeye de odaklanamadı. Aylardır,
dönüştüğü bu adam onu çok rahatsız etmeye başlamıştı. Neye öfkeliydi bu kadar,
neden yetinemiyordu? “Ateşe su olmak…” diye mırıldandı. “Benim ateşime hangi su
iyi gelebilir ki?” İçten içe biliyordu aslında başlaması gereken yeri. Onu bu
derece sabırsız yapan tüketimlerinin farkındaydı. Telefon, alışveriş ve eğlence
üçgenine saplanıp kalmıştı.
O
akşam hiç yapmadığı bir şeyi yaptı Kerim. Bir çiçek alarak annesini ziyarete
gitti. Aylardır erteliyordu çok yoğunmuş gibi… Eve gidip pineklemek daha cazip
geliyordu. Ne de çok sevinmişti annesi, Kerim’i kapıda görünce. Sıcacık bir
sarılmayla “tam da sofra hazırdı” diye karşıladı. Kalbi hemen yumuşamıştı Kerim’in.
Doğru yerden başladığını hissediyordu, sessizce gülümserken…
Öfkeyle
değil, sevgiyle kalabilmek dileğiyle…
17 Yorumlar
hayatımızda ne kadar çok ateş var, farkında olmadan bizi yakıyorlar
YanıtlaSilAz biraz çocuk telefonda takılsın hemen hareketleri değişiyor. İnsan daha sabırsız daha agresif oluyor gerçekten. Bu çocuk için de aynı yetişkin için de aynı.
YanıtlaSilTeşekkür ederim 💐
Emeğinize sağlık... Ateşe şu olabilenlerden olabilmek dileğiyle 🌸
YanıtlaSilAteşe su olmak…
YanıtlaSilİnsan güzeli takip eder
YanıtlaSilkim haklı çıkmış ki iki ego savaşından, duygular bu kadar aktifken ve alev almışken, ateşin odunu sozcükler iken...
YanıtlaSilDoğru yerden başlamış insan bozulduğunda ilk ailesi fark ediyor ilk onlardan uzaklaşıyor gerçekten
YanıtlaSilSakınmak zıttını düşünebilmek...
YanıtlaSil"Ne kadar az DÜŞÜNÜRSÜNÜZ"
İyi ALLAH var 🤲
Emeğinize ve kaleminize sağlık 🍀
Çok güzel hayatın içinden yol gösterici bir yazı olmuş elinize sağlık
YanıtlaSilSıcacık bir yazıydı, farkındalık sağlayan 💙🌱
YanıtlaSilİNSAN KENDİNE FARKINA VARMADAN NE KADAR ÇOK ZARAR VERİYOR
YanıtlaSilAteşe su olmak lazım, hiçbir tartışma çözümle sonuçlanmaz… ne güzel bir cümle
YanıtlaSilSevgiyle kalmak, bazen tek ihtiyacımız.
YanıtlaSilSevgiyle kalmak, bazen tek ihtiyacımız.
YanıtlaSilKaleminize sağlık,yorum yapanların yüreklerine sağlık hepsini okumak o kadar keyifli ki....
YanıtlaSilEmeğinize sağlık
YanıtlaSilHaklı çıkmaya çalıştığımız yerler ne güzel uyarıyor bizi 🌱
YanıtlaSil