SUMUD
Aylin
birden gözlerini açtı. Rüyanın etkisiyle boğazı kurumuş, yutkunmakta
zorlanıyordu. Hemen bir yudum su aldı. Vücudunda anlam veremediği bir titreme,
yüreğinde dinmeyen bir çarpıntı vardı. Saat gecenin üçüydü. Günlerdir sosyal
medyada izlediği soykırım videolarından mı, yoksa yeni anne olmanın getirdiği
duygulardan mı böyle hissediyordu, bilemedi. Rüyanın etkisinden kurtulamıyordu.
Rüyasında,
anneliğin ne demek olduğunu anlamadan biricik oğlunu suyun üzerine bırakmak
zorunda kalmıştı. Arkasına bile bakmadan koşarak uzaklaşmış, koştukça bebeğin
ağlama sesi giderek uzaklaşmıştı. Bir nehre mi, yoksa denize mi bıraktığını
hatırlamıyordu; yaşadığı heyecan her şeyi bulanıklaştırmıştı.
Uyanır
uyanmaz rüya yorumlarına bakmak için eline telefonu aldı. Arama sonuçları
arasında gözüne bir yazı ilişti: Hz. Musa'nın Nil Nehrine bırakılışı. Okumaya
başladığında gözlerini ekrandan alamadı:
“Çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzülme; Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız.” Kasas/7
Bir
anne ancak böyle bir müjdeyle, böyle bir güvenle çocuğunu suya bırakabilirdi,
diye düşündü Aylin.
Bu
düşünce zihninde yeni bir soruyu doğurdu: “Bu hikaye günümüzde yaşansa… Kim,
hangi anne, hangi baba kendini ya da çocuğunu suyun üstüne bırakırdı? Hangi
amaç uğruna?”
Cevabı
kendi içinden geldi: “SUMUD filosundaki o bir avuç insan.”
Dudağında
buruk bir tebessüm belirdi, gözleri uzaklara daldı. Dünyanın suskunluğuna
rağmen, Firavunlara inat, kendilerini denizin karanlık sularına bırakmışlardı
hiç düşünmeden. Bazısı anneydi, bazısı baba… Evlatlarını, eşlerini arkalarında
bırakmışlardı; bazısı annesini, babasını, kardeşlerini. Bazısı ise Hz. Musa’nın
annesi gibi, çocuklarını suya bırakmak zorunda kalmıştı.
Peki, bu insanları bir araya getiren neydi? Hiç tanımadıkları, farklı milletlerden, farklı dillerden, farklı inançlardan olmalarına rağmen… Hangi cesaretle bir insan canını böyle ortaya koyardı? Hangi dava okyanuslarda buluşturmuştu bu insanları?
Soykırım...
Gazze’de
savaş yoktu; soykırım vardı. Savaş iki ordu arasında olur, kadınlar, çocuklar
ve yaşlılar hedef alınmaz. Ama Gazze’de aylardır çocuklar ve kadınlar kasıtlı olarak öldürülüyor, hayatta kalanlar sakat bırakılıyordu. Yine de tüm bu
vahşete rağmen, çocukların gözlerinin içi hâlâ gülebiliyordu.
Bu
insanların yolculuğu sadece denizlerde değil, insanlığın vicdanında da yankı
buluyordu. Gazze’yi yok etmeye çalışanlar farkında olmadan, Gazze’nin
tohumlarını tüm dünyaya saçmıştı. O tohumlar, insanların yüreklerinde vicdanı,
merhameti ve insan olma duygusunu yeniden yeşertiyordu.
Aylin
derin düşüncelerden ezan sesiyle sıyrıldı. Tüm zamanlarda, tüm kötülüklere
karşı iyi insanların tepkisi aynıydı. Zulüm arttıkça, iyilerle kötülerin
safları daha da belirginleşiyordu. Er ya da geç, RABbin hükmü gerçekleşecekti.
Ve
bir avuç yürekli insan, denizin dalgaları arasında, gecenin karanlığında
ilerlerken,
“Sonsuz Merhamet Sahibi olan RABlerinden kendilerine bir selam sözü vardır.”
ayetinin muhatabı olarak yollarına devam ediyordu.
===
Deneyimsel Tasarım Öğretisi geçmiş deneyimlerle yarını şekillendiren bir gerçeklik ilmidir. Bireylerin problemlerini çözmeleri ve hedeflerine ulaşabilmeleri için ihtiyaç duydukları yöntemleri öğretir.
“Kim Kimdir”, “İlişkide Ustalık”, “Başarı Psikolojisi” programlarıyla mutlu ve başarılı olmak isteyen insanlara stratejiler sunar.
===
“Milyarlarca insan içinde, “bir” kişinin ne önemi olabilir ki?
Bunun cevabını o “bir” kişiye sorun!”
Yahya Hamurcu
5 Yorumlar
İyiler birleşirse, kötüler kötülüklerini saklamak zorunda kalır...
YanıtlaSilOnlar kalabalık değil topluluk olmayı başardılar.
Silİlilerle bir olabilmek dileğiyle
SilBirden değil birlikten kuvvet doğar 🤍
YanıtlaSilİnsan cesareti illaki olacak ama neye cesaret gösterdiğimiz önemli olan
YanıtlaSil