Bir yaz sabahıydı. Güneş tüm
ışıltısıyla Ceyda’nın odasını aydınlatıyordu. Pazar günlerine göre erken bir
saatte uyanmıştı. Aslında uyanmak zorunda bırakılmıştı. Çünkü bugün tüm aile cümbür
cemaat akrabalar gününe gideceklerdi.
Ceyda yoğun çalışan bir genç
kızdı. Bu yüzden hafta sonları evde dinlenmeyi tercih ederdi. Ancak o gün
ailesini kırmamıştı.
Ceyda uyanana kadar ikiz kardeşi
Ceyhun çoktan uyanmış, hazırlanmış ve ev ahalisine bir komutan nidasıyla ‘Koğuuşş
kalk’ diye seslenerek uyandırmaya çalışıyordu. Ceyda ise yarı uyanık bir
vaziyette ‘Yahuu bu çocukla tek yumurtadan çıktık ama sanki onun içinde bir
çalar saat var. İnsan hiç mi geç kalmaz.’ diye içinden geçirerek yavaş yavaş
yataktan kalkmaya çalışıyordu.
Her zaman olduğu gibi tüm aile
bireyleri Ceyda’nın hazırlanmasını beklemiş ve sabır kotalarını ara holde
beklerken tüketmişlerdi. Sonunda Ceyda da evden çıkabilmişti ve hep birlikte
piknik olacak yere doğru yola çıkılmıştı.
Pikniğe Ceyda’nın hem sevdiği kuzenleri
hem de pek hoşlanmadığı kuzenleri gelmişti. Ceyda kendi gibi davranan
insanlarla takılmayı daha çok seviyordu. Bu yüzden de kendisine benzeyen kuzeni
Elif’i görünce çok mutlu olmuştu. Ancak diğer kuzenleri Deste ve Beste’yi
görünce mutluluğu pek de uzun sürmedi. Çünkü onlar hiç Ceyda ve Elif gibi
değillerdi. Birisi çok konuşuyordu, diğeri ise hiç konuşmuyordu. Bu yüzden
birini çok sıkıcı buluyordu diğeriniyse çok yorucu. Ve ikisi de aynı ikizi
Ceyhun gibi dakik, kurallara aşırı dikkat eden ve yeniliği sevmeyen kişilerdi.
Ceyda ise bunların tam zıttı
‘kural dediğin bozulmak içindir, ee bizim göbek adımız yenilik’ diye
düşüncelere dalmışken annesinin kendisine seslenmesiyle uyandı. Piknik sofrası
hazırlanıyordu. Masa tam bir görsel şölendi; kısırlar, sarmalar, poğaçalar, rengârenk
salatalar, çeşit çeşit mezeler ve daha neler neler… Ceyda bu görüntüler
karşısında acıktığını hissetti ve ‘işte sofra dediğin bu’ diyerek hemen oturdu
boş bir yere.
Ceyda’nın büyük yengesi tebessüm
ederek ‘Peki herkes aynı yiyeceği yapsaydı nasıl olurdu Ceydacığım?’ diye
sordu. Ceyda’nın hiç çalışmadığı yerden gelmişti bu kez soru. ‘Amann yengeciğim
nasıl olsun, düşünsene şu sofrada sadece 3 tane kısır ya da 3 tane poğaça… bu
şekilde nasıl tat alalım. Sofranın tadı tuzu olmaz öyle.’
Yengesi, ‘Çok haklısın
Ceydacığım, baktığımızda hepimiz farklı farklı şeyler yaparak bir bütünü
oluşturuyoruz ve yerken de bir o kadar keyif alıyoruz değil mi?’
Ceyda yengesini başıyla
onaylarken yengesi devam etti; ‘Aslında soframızı zenginleştiren yapılan
yemeklerin farklı tatlarda olmasıdır. Tıpkı bu hayatı zenginleştiren farklı
farklı özelliğe sahip insanların olması gibi.’
Ceyda bir anda durdu ve ‘Ama yengeciğim
benden farklı özelliğe sahip olan insanlarla hiç anlaşamıyorum ki ben. Bu
yüzden kendi yaşam stilime uygun insanlarla takılmayı tercih ediyorum hep.’
Yengesi, ‘Evet Ceyda, insanlar
bu hayatta hep benzerleriyle ilişki kurmak ister. Ama bizi zenginleştiren şey,
farklılıklarımızdır. Aslında insan farklılıklara değil bu farklılıkların
nereden geldiğini bilmediği için hep kendine benzeyenini ister.’
Ceyda bu duydukları karşısında
şaşırarak düşüncelere dalmıştı.
‘O halde söyle bakalım bir türlü
yemeği nasıl yapılır?’ diye ekledi yengesi.
Ceyda daldığı düşüncelerden
çıkarak ‘Yengeciğim tabii ki türlünün olmazsa olmazları sarımsak, soğan,
patates, patlıcan, kabak ve et.’
‘Ne güzel bir tarif verdin
Ceydacığım. Peki, tek bir malzemeyle türlü yapılır mı?’
Ceyda hiç düşünmeden ‘Tabii ki
yapılmaz, öyle şey mi olur.’
‘Çok haklısın güzel kızım benim. Nasıl
ki bir yemeği lezzetlendiren şey içerisine koyulan farklı farklı malzemeler ise
bu hayatında zenginleşen şey insanların doğuştan getirdiği farklı
özellikleridir. Dolayısıyla sahip olduğumuz farklılıklar Problem değil
aksine bizi zenginleştiren, bizi lezzetlendiren özelliklerdir.’ dedi
yine gülümseyerek.
Yengesinin bu söyledikleri
Ceyda’yı çok etkilemişti. Aslında haklıydı yengesi. Yine düşünce havuzuna dalan
Ceyda, kendisinin zaman zaman ikizinden ve hoşlanmadığı kuzenlerinden öğrendiği
ve kendisine de kattığı birçok güzel özellik vardı. Mesela bunlardan bir tanesini
ikizi Ceyhun’dan öğreniyordu. O çok
düzenli bir gençti. Gerçekten de dolabı mağaza vitrini gibiydi. Ve Ceyda dolap
düzeni konusunda kardeşinden çok şey öğrenmiş ve uygulamıştı. Ve bunun gibi
daha nice örnekler gelmişti aklına.
Ceyda, ‘Aslında bu hayatta farklı
özelliklere sahip olan insanlardan kendimizde eksik olan şeyleri öğrenerek
hayatımızı daha konforlu hale getirebiliriz’ diyerek gözleri parladı ve ekledi;
‘Yengeciğim keyifli ve faydalı sohbetin için çok teşekkür ederim. Sayende nasıl
zengin olacağımı öğrendim.’
“Farklılıkları bul, kabul et ve
hayatına geçir.
Zengin olmak işte bu kadar kolaymış.”
4 Yorumlar
Farkı fark edip kabul etmek ne büyük konfor
YanıtlaSil“Farklılıkları bul, kabul et ve hayatına geçir. Zengin olmak işte bu kadar kolaymış.”
YanıtlaSilinsanlara bakışı değiştiren bir yazı teşekkürler
YanıtlaSilNe güzel, gözden geçiricem. Bakalım neleri değiştirebilicem.
YanıtlaSil