Yıllar önceydi… Okul bahçesinde abisiyle birlikte annesini bekleyen Derya, uzaktan gelen dayısını görünce şaşırmış, telaşlı telaşlı gelen dayısını görünce de ‘Tamam işte, vakti gelmiş. Sonunda küçük kardeş dünyaya geliyorrrr’ diye bağırmıştı.
Tam da tahmin ettiği gibiydi durum. Annesinin doğumu başlamıştı.
O zamanlar Derya bir kız kardeşi olmasını çok istiyordu. Ama abisi de kız kardeşlerden biraz fazla çektiği için hep bir erkek kardeş istiyordu. O yüzden aralarında bitmeyen ‘ Kız olacak- Erkek olacak’ iddialaşması olurdu. Hatta abisi şimdiden ‘ Hayır erkek olacak. Yoksa onu kardeş olarak kabul etmem’ diye resti bile çekmişti.
O gece Derya heyecandan uyuyamamıştı. Sonunda onun da kardeşi olacaktı. Sabaha kadar kardeşiyle nasıl güzel vakit geçireceğini hayal edip durmuştu… Çok iyi anlaşacaklardı çokkk…
Sabahın erken saatlerinde beklenen haber gelmiş ve nihayet kız kardeşi doğmuştu. Heyecanla annelerinin yanına gidip kardeşleriyle tanışacaklardı. Odaya girdiklerinde abisi yatağa yavaş adımlarla yaklaşıp “Ne kadar da küçük” diyerek şaşkınlıkla karışık sevincini belli etmişti. Derya ise sonunda kardeşine dokunabileceği için koşarak gelmişti. ‘’Annecim kardeşimi kucağıma alabilir miyim” sorusunu sorup kardeşini kollarına alması bir anda olmuştu. ‘Çok güzelsin. Ben seni çok sevicem, çok” demişti.
Hatırlıyordu… Bu sözleri söylerken aynı zamanda kendi kendine de söz veriyordu. Artık onun çok seveceği bir kız kardeşi vardı.
Kucağındaki bebeğe bakarken ‘’Hani erkek olmazsa onu kardeşin olarak kabul etmeyecektin? Bak, sende çok sevdin işte’’ diye şakalaşmışlardı abi kardeş.
Gün geçtikçe ailede herkes Zehra’yı daha da çok seviyordu. Artık evin göz bebeği olmuştu. Evet… Derya’ya göre daha uyumsuz bir çocuktu. Ama her ne hikmetse herkes onu çok seviyor ve gözünün içine bakıyordu.
Bu arada Derya da Zehra’ya sanki abla değil de küçük bir anne rolüne bürünmüştü. Aklınca bu şekilde hem anne hem de babası tarafından pabucu dama atılmayacaktı. Zaten kardeşiyle de zaman geçirmek çok eğlenceliydi...
Artık Derya annesi olmadığı zamanlarda kardeşiyle hep bir anne gibi ilgileniyordu. Kıyafetlerini seçiyor, annesinin hazırladığı meyve pürelerini yediriyordu. Bazen de Zehra’nın yemediklerini gizlice kendi bitiriyordu.
Artık o kadar alışmıştı ki arkadaşlarıyla buluşmaya bile onu götürüyordu. Her gittiği yere çanta gibi taşıyıp, onsuz bir dakikasını bile geçirmiyordu.
Sadece bu kadar da değil… Artık harçlıklarını kendisi için değil kardeşi için biriktirip ona oyuncak veya kıyafet alıyordu.
Fakat bu kadar sevdiği kardeşi gittikçe huysuzlaşıyordu. Derya ne istese sanki hep gıcıklığına tersini yapardı… Saçını taramak istese ‘Hayır bırak istemiyorum’ diye bağırır taratmaz veya ona etek giydirmek istese ‘Hayır ben etek değil, pantolon giymek istiyorum’ diye yaygara çıkarırdı. Oysa Derya onu çok seviyor ve onunla güzelce vakit geçirmek istiyordu.
Ama bunlar yaşanırken Derya’nın fark etmediği bir küçük ayrıntı vardı. Derya kardeşiyle sanki oyuncak bir bebek gibi uğraşmak istiyor, Zehra da buna çok gıcık oluyordu. Pek de haksız sayılmazdı… Neden mi?
Çünkü ablası onunla sadece kendi hoşlandığı şekilde ilgilenmek istiyordu. ‘Onun her istediğini yapsın, sözünden hiç çıkmasın, oyuncak bebek gibi hareket etsin’ istiyordu. Ama Zehra oyuncak bebek değildi ki…
Derya farkına varmadan biraz fazla sorumluluk almış ve bununla beraber yetkiyi de almak istemişti. Ne yiyip ne yemeyeceğine, ne giyip ne giymeyeceğine, ne zaman uyuyup ne zaman oyun oynayacağına hep müdahale eder olmuştu.
Çünkü sorumluluk kimdeyse yetki ondadır.
Fakat böyle bir ‘Sorumluluk yer değiştirmesi’ evlerindeki dengeleri bozmuştu. Ailedeki yetiştirme sorumluluğu her zaman anne ve babaya aitti… Yani Zehra‘yı yetiştirmenin asıl sorumlusu ablası değildi ki… Derya da kardeşi gibi hala o evin çocuğuydu ve onun da yönetilmeye ihtiyacı vardı. İşte aile bu ayarı kaçırmıştı…
Yıllar geçip Zehra ergen olduğunda artık bu yük Derya’ya çok ağır gelmeye başlamıştı. Artık elinin altında oyuncak bir bebek yoktu ki… Artık anne rolü çocukluğunda zannettiği kadar kolay ve çekici de gelmiyordu…
Zehra’nın ekran saati… Zehra’nın okuldaki durumu… Zehra’nın ilişkileri… Zehra’nın düzeltmesi gereken yanları… Hepsiyle ilgilenmeye çalışıyordu.
Oysaki Derya da bir genç kızdı. Ve daha kendini kontrol etmek de zorlanırken, bir başkasının hayatını nasıl kontrol edebilirdi ki?
Sırtına aldığı bu gereksiz yük, onu hayatındaki kararlarda da yanlışa götürüyordu. Kardeşine anne gibi, ebeveynlerine de yaşıtı gibi davranmaya başlamıştı. Ve bundan çok mutsuzdu… Sanki kendi hayatını yaşayamıyordu…
Derya kardeşinin uyumsuzlukları ve asiliklerinin sebebini, anne ve babasının yanlış yetiştirmesinden dolayı olduğunu düşünüyor ve bu düşüncesi çocukluğunda verdiği ‘Kardeşimle çok iyi olacağım’ sözünü ona unutturuyordu. Oysaki Derya’nın isteği kardeşiyle çok iyi anlaşıp güzel vakit geçirmekti. Bunun için de gerçekten çabalamıştı. Fakat ne hikmetse şu an Zehra onunla olmaktan hiç mi hiç hoşlanmıyordu. Yaptığı her şeye müdahale eden bir ablayı kim isterdi ki…
Ama insan farkına varmadan emek verdiğine müdahale etme hakkı bulabiliyordu.
Tüm bunları dibine kadar yaşarken yıllar önce beklediği okul bahçesinde kardeşini beklerken şuna şahit olmuş ve hayatını değiştirmişti.
Yanında, kardeşini bekleyen bir abla kardeşine’ Dikkatini çekerim, ben senin ablanım, annen değil. Herkes kendi yerini bilsin’ deyince Derya’nın jeton düştü. ‘Evet yaaa… Ben ablayım, abla’ diyerek üzerinden tonlarca ağırlığı attı.
Derya her ne kadar ailesini ve kardeşini suçlasa da bu problemin çözümü kendinde saklıydı.
Çünkü aslında problem kendisindeydi. Ve rahatsız olduğu şeylerin gerçek çözümü yine ancak kendisinde gizliydi.
Ve… Kişi ne zaman kendi davranışlarını değiştirirse hayatı da değişecekti.
Derya bunu fark edince artık kardeşine karışmayı bıraktı. Böylece onunla daha eğlenceli vakit geçirdiğini daha çok güldüğünü ve daha az tartıştığının farkına vardı. Kardeşini kontrol etmeyi bırakmıştı. Onun hata yapmasına izin vermeye başladıkça da kendindeki eksiklikleri daha çok görebilmişti.
Evet… Abla olmanın sorumlulukları vardı. Ama henüz bir anne sorumluluğunu almak onun için doğru değildi.
O Zehra’nın ablası, anne ve babasının büyük kızıydı…
İnsan bunu fark edip statüsüne göre rolünü oynayınca zorlukların üstesinden gelebilmesi de daha kolay oluyordu.
Derya ‘Ben şu anda bir ablayım ve şimdi bunun tadını çıkarayım. Vakti gelince anne de olurum ama şimdi değil’ dediği günden beri kendini çok daha iyi ve mutlu hissetmişti.
Kim olursa olsun insan hayattaki rollerini karıştırmamalı, rolünün hakkını vermeli ve kimsenin rolünü üstüne almamalıdır. Çünkü hayatta herkesin başrol oynadığı bir sahnesi vardır. Sahnede başkalarının rollerini çalarsak kendi başrolümüzü de kaptırabiliriz. O yüzden herkes dünya sahnesindeki yerini ve rolünü iyi bilmeli…
13 Yorumlar
En çok yaptığımız şeylerden biri 😔
YanıtlaSilHayatım bir film şeridi gibi geçti gözümün önünden okuyunca... Tebessüm ile bitirdim emeğinize sağlık 🌸
YanıtlaSilÇok güzel akıcı anlatmışsınız. Herkes kendi rolunu iyi oynamakla sorumlu
YanıtlaSilKimsenin rolünü üstüne almadan rolünün hakkını vermek...
YanıtlaSilBen kimim. İlişkilerdeki kıvamı bulmak icin bilmek zorunda olduğumuz asıl soru bu deģilmi:)
YanıtlaSilBizim hayatımızın başrolünde kim var? Biz kimin sahnesinde başrolüz? Düşünceden keyifli bir yazı ☺️🦋
YanıtlaSilHayattaki rollerimiz, ne güzel. Hiç böyle bakmamıştım. Annelik, evlatlık, kulluk, arkadaşlık…
YanıtlaSilKendi öykümüzde kendi rolümüzün hakkını verebilmek…
YanıtlaSilÇok güzel ve çok doğru bir yazı olmuş emeğinize sağlık herkes ve bende kendi rolü nü oynamalı🥺
YanıtlaSilBaşkasının rolünü çalan kendi rolünü de başkasına kaptırır. Nasıl bir denge.
YanıtlaSilEmek verince hak görmek. Yanlış kapıdan girmek yine. Teşekkürler
YanıtlaSilİnsan kendi rolüne sahip çıkınca ne kadar da hafifliyor…
YanıtlaSilkendi rolümüz beklerken başka sahnelerde rol almak:(
YanıtlaSil