Güzel bir yaz günüydü.
Gökyüzü masmavi, deniz onu kıskanırcasına mavilikte birbirleriyle yarışıyorlardı.
Güneş ise bu yarışı keyifle izlerken parıldıyordu.
O gün Ahmet Bey
ortağını yazlığa davet etmişti. Eşi Jale Hanım güzel bir pazar kahvaltısı
hazırlamıştı misafirleri için. Ahmet Bey ticaretle uğraşıyordu ve yükseliş
dönemini yaşıyordu. Jale Hanım da işinde ve kariyerinde oldukça yüksek
seviyede, çalışmayı seven günümüzün tabiriyle işkolik bir hanımefendiydi.
Jale Hanım oğulları Cem
ve Can’ı zorla tablet başından kaldırarak misafirlere hoş geldin dedirtti. Jale
Hanım çocuklarını çok güzel ve donanımlı yetiştirmek isteyen bir anneydi. Bunun
için onları özel okula, özel kurslara gönderirdi. Çünkü kendisi kariyerini
yurtdışında tamamlamıştı. Ayrıca çocuklarının kibar, duyarlı birer insan
olmaları içinde onları sık sık uyarırdı.
Bu güzel günde deniz,
kum, balık tutma gibi aktivitelerden sonra sıra gelmişti futbol maçına…
Ahmet Bey futbolun
f’sini sevmezdi. Ama büyük oğlu Cem için ‘‘Haydi!’’ demişti. Çünkü Cemin
sosyalleşmesini istiyordu. Bunun için oğlunu geçen kış bir futbol okuluna yazdırmıştı.
Ama sürekli takım halinde koşturmak Cem’in hoşuna gitmemişti. Bu sebeple devam
etmek istememişti.
Peki,
insan çocuğuna en iyi gelecek aktivitenin ne olduğunu nasıl anlar?
Maç ilk düdükle
başlamıştı. Ahmet Bey Cem’i biraz hareket etmesi ve gol atması için forvete
koymuştu, kendisi kaleye geçti. Ahmet Bey ‘‘Cemmm, koş oğlum. Hadi aslanım vur
topa! Gol atsana yavrum!’’ nidalarıyla sahayı inleterek kendinden geçiyordu.
Ama Cem’de tık yoktu. Top ayağına gelirse vurmaya çalışıyor, onun haricinde pek
bir çaba göstermiyordu.
Oyun devam ederken ‘’Penaltı!’’
dedi hakem. Ahmet Bey’in ortağı hemen ‘’Cem atsın, Cem atmalı’’ dedi. Ancak o
kalabalıkta sesini pek kimse duyamadı. Bu arada kardeşi Can çoktan geçmişti
topun başına. Oyunun içinde heyecanla koşturan, herkese laf atıp muhabbet kuran
sevimli bir çocuktu.
Neden
bazı çocuklar girişkenken, bazıları değil?
Topun başına kardeşinin
geçtiğini gören Cem ise sinirle sahayı terk etti. Arkasından seslenmelerine
rağmen yüzünü bile dönmeden doğru evin yolunu tuttu.
Maç kaldığı yerden
devam etti. Nihayetinde bir takım galip gelirken diğer takım mağlup oldu; hayatta
her an olduğu gibi…
Gün sonu kritiğinde
Cem’in davranışları vardı. Ahmet Bey ‘’biz çocuğumuz alışsın diye bu yaşımızdan
sonra sahaya çıkalım şunun yaptığına bak!’’ diye sitemkâr konuşuyordu.
Jale Hanım eve varır
varmaz Cem’in yanına oturmuştu. Cem dert yanıyordu ‘’Sıkıldım Can’ın bu
davranışlarından! Her yerde hep onun istediği oluyor, bana fırsat bırakmıyor. Her
şeye atlıyor, hiç saygılı değil…’’ Jale Hanım ise “Onun senden küçük olduğunu
unutuyorsun. Ayrıca sen de daha atik olabilirsin…’’ diyerek oğlunun
yanlışlarını düzeltmeye çalışıyordu.
Peki,
insan başkalarını suçladığında problemleri çözülür mü?
Can, Cem’in tam zıddına
yalnızlıktan hoşlanmayan bir çocuktu. Ya havuz başında birileriyle sohbette ya
da bir arkadaşının evinde vakit geçirirdi. İnsanlarla kaynaşmayı çok iyi
becerirdi. Bazen çocuklar Can’ı istemese de kapıdan çıkar bacadan girer yine o
ortama dahil olurdu.
Jale Hanım Can için de
endişeleniyordu ‘’Sanırım bizimkini istemiyorlar, buna rağmen bırakmıyor
peşlerini…’’
‘‘Can yavrum,
istenmeyen yerde durulmaz. Evet sen çok arkadaş canlısısın ama kendini de
ezdirme. Arkadaşın sana kötü bir şey söylediğinde; kötü söz sahibindir
diyeceksin. Tamam mı anneciğim?’’ diyerek Can’a öğütler veriyordu.
Konuşarak
hangi problem çözülebildi ki bu güne kadar?
Ve sıra herkesin
beklediği mangal partisine gelmişti. Onca aktiviteden sonra herkesin karnı zil
çalıyordu. Yemekler yenildi, sofra toplandı ve ardından günün en dinlendirici
anı çay saati başladı. Güneş etkisini yitirmiş, gökyüzü yarışta pes ederek
maviliği denize bırakarak kızıllığa bürünmüştü.
Çaya Jale Hanım’ın anne
ve babası da dahil olmuştu. Gündüz oynanan maç ve yaşananlar onlara da aktarılmıştı.
Hasan Dede ve Aysun Anneanne torunları Cem için oldukça endişeli ve üzgündüler.
Aysun Hanım ‘’Bu çocuğun açılması gerekiyor.’’ derken, Hasan Bey ise ‘’Yahu bu
çocuğun pısırıklığı ne olacak böyle? Çok çekingen bu çocuk, ne
yapacağız anlamadım gitti!’’ diyerek misafirlere dert yanıyordu. Aysun Hanım
eşine her ne kadar katılsa da torununa kıyamadığı için ‘’PISIRIK değil benim
paşam. Alışacak dedesi...’’ diyebilmişti.
Cem
PISIRIK mıydı? ÇEKİNGEN miydi? Yoksa…
“Ben PISIRIK değilim!” der her çocuk içinde
derinden bir yerlerde…
Ne kadar acı değil mi?
İnsan canından çok sevdiği, onun için her şeyi yaptığı bir kişiye bile ne kadar
kötü etiketler yapıştırabiliyor.
Aslında o dede torununu
çok seviyor, o ifadeleri söylerken de kötü bir niyeti yoktu. Ama torununu tanımıyor, tanıdığını sanıyordu.
Cem, PISIRIK değil, BİREYSEL
takılmayı seviyordu… İÇİNE KAPANIK değil, konuşmayı sevmiyordu sadece.
Deneyimsel Tasarım
Öğretisi der ki;
Bu hayatta insan,
tanımadığı her şeye isyan eder.
Torunun da olsa,
çocuğun, eşin, ebeveynin, arkadaşın, patronun, personelin de olsa eğer ki
‘’kimin kim’’ olduğunu bilmiyorsak iyi ilişkiler kuramayız ve problemlerimize
yanlış çözümler üretiriz.
İyi kariyer sahibi olan
insanlar dahil herkes için geçerlidir bu. Çocuğunun kim olduğunu bilmiyorsa
insan onu yetiştirmekte zorlanır. Bu öyküdeki Jale Hanım, Ahmet Bey gibi
bocalayıp durur. Oysa tüm imkânlarını çocukları daha mutlu, daha başarılı olsun
diye harcıyorlardı. Ancak insan bir şeyin gerçeğini bilmezse onu
yönetemez.
Çocuklarımızı güzel
yetiştirmek için, onların geleceklerine yön verebilmek için ilk yapmamız
gereken şey onları gerçekten tanımak. Aksi halde onları kötü
sözlerle itham ederek yanlış yönlendirir ve problemin daha da büyümesine
sebebiyet veririz.
Peki, çocuğumuzun
gelişimine yardımcı olabiliriz?
Onu daha mutlu ve daha başarılı
bir birey haline nasıl dönüştürebiliriz?
Kimin Kim
olduğunu öğrenerek J
10 Yorumlar
Çocukları severken ya da onlar için endişelenirken kullandığımız sıfatlar çocugun kafasında bazı yanlış kodlar oluşmasına sebep olabiliyor. Dolayısıyla insanların yaradılışta gelen özelliklerini bildiğimizde onları tanımış oluruz.
YanıtlaSilAncak o zaman gelismelwri için yardımcı olabiliriz.
Bir minik detay neleri kurtarabilir... Emeğinize sağlık 🌸
YanıtlaSilÇocuklarımızı veya genelde insanları tanımadan onlara çekingen utangaç asosyal, içine kapanık, hiperaktif... Vesaire ifadeler kullanabiliyoruz. Onları gerçekten doğuştan getirdiği özellikleri ile, beyninde aktif olan korteks ve lobuna göre gerçekten tanıyarak değerlendirdiğimizde gerçek sonuçlara ulaşabiliriz. İnsanların güçlü ve zayıf yönlerini deşifre eden kim kimdir semineri için deneyimsel öğretiye Çok teşekkürler...
YanıtlaSilİnsanların kavgalarının temel sebebi de bu farklılıkları yönetemiyor olmak. Aksi halde insanların farklı olması hiç sorun değil.
İnsanların iletişim ve ilişkilerinde yaşadığı öz problemi kim kimdiri bilmiyor olmaları… Çok güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık 👏🏼
YanıtlaSilİnsanları tanımak emek istiyor, ama etiketlemek ise çok daha kolay. İnsan yine kolayı tercih ediyor bir etiket bir karar sonra onun peşinden hamle. Hatalar hataları kovalıyor sonra. Zincirleme kazalar gibi. Teşekkürler
YanıtlaSilİnsanları tanımak emek istiyor, ama etiketlemek ise çok daha kolay. İnsan yine kolayı tercih ediyor bir etiket bir karar sonra onun peşinden hamle. Hatalar hataları kovalıyor sonra. Zincirleme kazalar gibi. Teşekkürler
YanıtlaSilNe kadar da temel bir konu tüm hayatımızı etkiliyor, hakikaten ne kadar tanıyoruz etrafımızdaki kişileri???
YanıtlaSilİnsan bir şeyin gerçeğini bilmezse onu yönetemez!
YanıtlaSilBir cümle ama altı çok dolu..
Ve insanları tanımak ne kadar önemliymiş, çok detayda düşünülerek hazırlanmış bir yazı. Emeklerinize sağlık🌸
Önyargı farkına varmadan yaptığımız bir şey. İnsanı etiketlemek yanlış gerçekten.
YanıtlaSilKaleminize sağlık 🌿
YanıtlaSil